23 Haziran 2011 Perşembe

TARIMIN ACİL YENİ GENOTİPLERE GEREKSİNİMİ VAR 1:NEDEN GENOTİP GELİŞTİRME ÖNEMLİ?

Son yıllarda “gıda krizi” kavramı oldukça sık kullanılır oldu. Özellikle olumsuz değişen iklim ve ekolojik koşullar karşısında canlıların, özellikle gıda maddesi olarak kullanılmak üzere yetiştirilen bitki ve hayvanların verim ve kalite performanslarının değişeceği daha doğrusu düşeceği bir gerçektir. Her ekolojinin farklı koşulları vardır. Ve her koşulda en iyi performansı o ekolojiye en iyi uyan genotipler – çeşitler gösterir. Bu nedenle ABD firmaları Avrupa koşullarına uygun çeşitleri belirlemek için denemelerle yetinmez, AB ülkelerinde araştırma istasyonları kurarlar.

Şu anda üretilen herhangi bir türe ait herhangi bir çeşidin - genotipin 8 C0 lere varabileceği ön görülen sıcaklık değişimine ayak uydurarak aynı performansı sergileyeceği beklenemez. Yani bugünkü çeşitlerin hiç birisi iklim değişikliklerinde varlıklarını sürdüremeyecektir. Zaten genelde herhangi bir yeni çeşidin 4-5 yılda yerine yenilerinin gelmesi kaçınılmazdır. Yeni hastalık – zararlılara daha dayanıklı veya daha yüksek verim ve kaliteli genotipler eskilerini piyasan uzaklaştırır. Ne var ki yeni çeşitlere monte edilen genler örneğin buğdayda 1970’lerde yılda %4 civarındaki performans artışı  sağlarken, 2000’lere gelindiğinde bu performans % 1’lerin altına düşmüştür (Şekil). Buradan, yararlanılacak genlerin tükenme noktasına doğru gittiği anlaşılmalıdır. İşte bizleri asıl düşündüren bu olmalıdır. Yarının genlerini nereden bulacağız? Dolayısıyla daralan ekim alanları ile yeterli üretimim sağlanamama olasılığının yanında, artan nüfusun gıda gereksinimi karşılayacak arayışlara acilen başlanmalıdır.     
Yeni genler, bunları yeni çeşitlere aktaracak ıslahçı kuruluşların, tohumculuk firmalarının fonksiyonları konusunda toplumun bilinçlenmesi sağlanmasıdır. Bu konu aslında farkındalık yaratma kapsamında, ileriye dönük projeksiyonlar için üretici, tohumcu, politikacı, bürokrat, bilim adamı yani tüm kamu oyunun bilinçlendirilmesi zorunludur.
AB ülkelerinde 1980’lerde bu konu gündeme geldiğinde; üreticisinden, ihracatçısına tüm paydaşlar bir araya gelerek, öncelikle kendine döllenen bitkilerde çalışan tohumculuk sektörünün geleceği için 25 yıllık bir süre için tohumculuk firmalarının desteklenme kararını almışlardır. Başta vergi olmak üzere yapılan yasal düzenlemelerle kredi, bilimsel danışman, uzman, ekipman desteği verilerek bu gün o ülkeler dünya tohumculuğunda söz sahibi olmuştur.
Gerek bitkisel ve gerekse hayvansal üretimde “gen” kavramının gittikçe öne çıktığı çağımızda, konuya ikinci bir açıdan bakmak durumundayız. “Bitki Islahçı Hakları Yasası”nın yürürlüğe girmesiyle, üretimini yapmakta olduğumuz yurt dışı kaynaklı bitki çeşitleri için yabancılara royalite (ıslahçı hakkı) ödenmesi gerekmektedir.  Yarınlarda meyvelerimizi – sebzelerimizi royalite ödemeden üretemeyeceğimizi kaç kişi bilmektedir. Royalitesi ödenmemiş çeşitlerimizin ihracatları aşamasında sınırlardan döndüğünü de belki pek duyan olmamıştır. Yani Türkiye, yarın gereksinim duyacağı çeşitleri kendi bünyesinde geliştirmek zorundadır.
Tohumculukta çeşidin önemi büyüktür. Çünkü tohumu aslında çeşidin performansı sattırır. İsim yapmış bir çeşidin getirisi çok fazla olur. Ülkemiz tohumculuk stratejilerini buna göre geliştirmek zorundadır. Türkiye’nin; özellikle mısır, ayçiçeği ve bazı sebze türlerinde sürekli yeni çeşitleri yani yeni teknolojiyi transfer eden bir ülke olduğu gerçektir. Fakat son yıllarda geliştirilen yerli çeşitlerin ihracatına dahi başlanmıştır. Yerli tohumculuğumuzun gelişmesi ile yurt dışında araştırma sonucu bulunmuş yeni çeşitlere ödenen ıslahçı hakları ücretlerinin yurtta kalmasını sağlayacak, ayrıca yurt dışından da ıslahçı hakların bedellerin ülkeye girişini sağlayacaktır. O halde: TÜRKİYE KENDİ ÇEŞİTLERİNİ KENDİ GELİŞTİRMEK ZORUNDADIR.  
 Dr. Nazimi Açıkgöz (http://yariningidasorunlari.blogspot.com)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder